- l
- ‘Hazrol!’da durduğu pusuda bir zaman ihtilâli…Anılar tekmil veriyor…( “ Terörist bir zihniyet yüreğinize hain bir bomba yerleştirir,duygularınız nice şehitler verir.” dedi sonuncu kolordu komutanı;“Ve hayatlarınıza döşedikleri mayınlar başka yüreklerde patlar bir bir…”.)‘Hâlâ mavi’ o deniz kasabasından yazıyorum şimdi, erken inmiş bir akşam vakti,bulutlar yağmura, yüreğim aşka gebe.Gittikçe kabarmakta olan denizde iniltili balık sessizlikleri..Sırtımda rüzgâr, burnumda keskin bir fırtına kokusu, yüreğimde kıştan ayaz bir ilkbahar…Bir mevsimin dökümünü yapıyorum ve yiten umutların_geç de olsa kendimi savunmasız yakalamışken hazır_yağmurdan, deniz suyundan ve hüzünden neme doymuş bu bomboş sahilde, bir balıkçı iskelesinde.Okyanus derinliğindeki ve ayrılık sessizliğindeki kelimelerden gözyaşları bırakıyorum denize;kimi ıslatır, bilmem. Balıkları mı sanmam?( “Ne iş yaparsınız?”, diye sordu adam.“Hayatkârım”, dedi kadın, “serbest çalışıyorum”. )Derin düşüncelerin engininde denizsiz ve çorak bir ada sanki yüreğim.Yolların bile gözleri kapanıyor uykusuzluktan ama ben nöbetindeyim gecenin…Litrelerce kahve ve paketlerce sigaradan ince ince sızlıyor midem,günlerin uykusuzluğu baş ağrısı olarak eklendi yürek yaralarıma..katlime 4. arıyorum şimdi. Ama hiçbir acı yakmıyor canımı çaresizlik gibi’( Güneş’i yasakladı bana… “Peki”, dedim, “şimdi ben nasıl kurutacağım gözyaşlarmı?...”“Mendille!”, demeseydi eceli olmayacaktım konuya biHâkim Bey, yemin ederim!” )Yüreğimde vadesi dolmak üzere olan eksik teşebbüs yaraları,masamın üzerinde o ‘beklenen tango’nun güftesiz notaları,ciğerlerimde dışarı atılması kasten unutulmuş koyu bir duman..dilimde ‘Kundurama kum dolmuş, atmaya kürek gerer…’ nakaratı…Kahve, pasta, kazık, yazık..derken…. Kimyam karıştı anlayacağınız.( “Burada mısın?”, diye sordu adam.“Hayır” diye yanıtladı kadın, “burası dönmek için çok uzak!”. )Sessiz sitemleri de bilirim elbet, hem de müneccimiyim suskunluklarda neler bağırıldığının!Tek kişilik sevmelerin içtenliğime detone tınısını onarabileceğimi sanarak sığınırım yüreğimin notalarına.Oysa sonunda ortaya çıkan hep, o son valsin yarım senfonisi olur,ne başında ne sonundan hiçbir şey anlaşılmayan.Kuru gürültüden ibaret kalır kalp atışlarım.Ben yorulurum, enstrümanlar bozulur.. grup dağılır…Bir ben kalırım gidenlerin artıklarıyla, düş kırıntılarımla..yine de hayatı selâmlarım günebakan yürek çırpınışlarımla… Alkışsız.( “Peki vicdanın nasıl sığıyor yüreğine?”, diye sordu kadın.“ViCdanjör tutuyorum.” dedi adam)Elmalı çayların tütsülü büyüsüne kendiliğinden refakât eden o derin anlamlar yok artık;birlikte içilen bir sigaranın ciğer serinleten keyfi,Usta’ların bana bizi anlatan altı çizgili satırlarının size aksi yok.Patates püresine sığdırdığım anlamları ya da beyaz Milka’larda tükettiğim çocuksu heyecanımı,az sütlü koyu bir kahvenin (Gold olacak illâ ki)bir bana farklı kokan manevîyatını kimseyle paylaşamıyorum nicedir…Yoruldum artık insanların antik meydanlarında ‘eminim bir şeyler bulurum’ kör inancıyla,özenle ve binbir sabırla kazı yapmaktan.Kendi kendime maddî manevî sponsor olmaktan.Sonuçta kimsenin kimse için ne zamanı, ne yüreği, ne sabrı.. ve cesareti yok!( “Ben şaraptan üzüm taneleri toplayabilirim.”, dedi adam.“O da bir şey mi?”, dedi kadın, “Ben gözyaşlarından balık tutabilirim!”Sarılıp birbirlerine keyifle ağladılar;adamın topladığı üzümleri takıp oltanın ucuna kırmızı balıklar yakaladılar…” )Düşlerime umutlanmayı özledim, uçan balonlara takılıp uçmadan bulutlarda gezebilmeyi.Farklı sözcüklerle aynı şeyi konuşmayı, aynı kelimelerle farklı anlamları tartışmayı…Susarken her şeyi anlatmış olmayı ve duymadan anlamayı…Bir de.. kısacık saçlarımda rengârenk tokalarımı özledim,ceplerimde -paslı bile olsa- gazoz kapaklarını.Ne Şirinler, ne Şeker Kız Candy yok artık; Terminator’ler öldürüyor Polyanna’ları……….( “Bir gün bir bilet alacağım ve hayatımız değişecek.”, dedi adam, umutla..Öyle de oldu.Bindiği otobüs hiçbir yere gidiyordu…” )“ ‘Boşlarını attığım şişelerden sarhoş olmuş denizin kenarındaki kırgın sabahçı kahvesinde,bir başıma girip yalnızlığımla kol kola çıktığım barların tekil kalabalıklarından uzak bir masada,gözyaşlarını bulutlara kurulayan sezonunu şaşırmış martılarınTDK’ya muhalefet alfabesiyle yazdım bu satırlarıhiçbir ifadeyi hakkıyla nitelemeyen yetersiz ithamlara inat!’ cümlesini öğelerine ayırın, tamlamaların türünü yazın…” dedi öğretmen…Bu yazıyı ‘sen’e yazacaktım ben Bay Gofret, ama kime niyet, neye kısmet, O’na nispet oldu...
13 Nisan 2014 Pazar
trajikomik otologlar
kayıp ruhlar morgu
Kayıp Ruhlar Morgu
Kayıp ruhlar morgu gibi burası.. ve dahası..Ya kendimizi kaybediyoruz ya da kaybettiğimiz kendimizi, "ruh'suz'luğumuza ruh" arıyoruz.. (Farkında mıyız bilemem..)Kendimizi kaybedip aramaya başladığımız an yazıp çizmeye karalamaya başlıyoruz..ve yazılıyoruz satır satır..harf harf..Büyüyoruz bazen.. Büyüdükçe de küçülüyoruz.. siliniyoruz..Cüce iken dev, dev iken cüce oluveriyoruz..Kendi eksik ve fazlalıklarımızı mütalaa ediyoruz..Baktığımız her profilde gördüğümüz her çirkinlik ve güzellikte muhasebe yapıyoruz..Çoğu zaman güzelliklere veya başka şey'lere dalıp veya ben'cilliğimize sarılıp "sarhoş" olmak istiyoruz..En sert içkileri fon-DİP yapıyoruz.. Dibine vuruyoruz şişenin.. Derdimiz sarhoş olmak değil.. Kaçmak..Çünkü cesaretimiz yok özümüze, içimize bakmaya.. (Baksak görürüz çıplaklığımızı..) Korkusuz korkak'lar ordusuna dahil oluyoruz işte.. Gerçek'lerden kaçmanın en kolay yolu bu çünkü.. (Var mı inkar etmek isteyen yada itiraf?..)Ayılınca güzellikleri(mizi) bir yana bırakıp, kirli ve açıkta kalan yanlarımızı seyre dalıyoruz..İçimize dalıp dışımıza kaçmak istiyoruz.. Dışımıza dalıp tam boğulacakken..Gidip kir pas içindeki elbisemizi yıkıyoruz.. Temize çıkarıyoruz kirlilerimizi.. (aman ne hoş...)Temizleniyor(muy)uz.(.?.)Öyle kirliyiz ki ve bu kir kalplere sıçrayıp öyle bir pas tutmuş ki... Ulaşamıyoruz yahu..Kendikalbimizeulaşamıyoruz..Dokunmaya korkuyoruz.Saklamaya çalışıyoruz bu iç savaşı.. Giz'leniyoruz.. Temiz giysileri üstümüze geçirip maskeleri kalkan yapıyoruz.. Ört-bas ediyoruz.. (Kim'den gizl-en-iyoruz?..Neden giz'leniyoruz??.)Ve.. Gülüyoruz etrafa..Kalp çığlıklarımızı susturmak için kahkahalar atıyoruz.. Dev'leşiyoruz yeniden.. Önümüze çıkanları ezip geçmek esir almak istiyoruz.. Dev'iz ya hani.. Efendi'yiz ya köle arıyoruz.. (Çaktırmadan!!)Bulamıyoruz.. Bulduklarımız tatmin edemiyor bizi.. Bu kadar doyumsuzuz.. bu kadar aç.. ve bu kadar açıktayız.. Ama dev'iz işte..Ve karşılaştığımız tüm aynaları kırıyoruz.. Yüzümüze bakacak yüzümüz yok..Lakin kırdıkça çoğalıyor yüzümüz.. Bu defa hangi yüzümüze bakacağımızı şaşırıyoruz..Sancı çekiyoruz.. Kalp sancısı.. azap çekiyoruz.. O dev'ce görüntü ardında aciz kimsesiz olduğumuzu fark ediyoruz.. (Kalplerimizdeki kir kendini gösteriyor.. Ne mutlu bize..Henüz dokunamasak da bir ışık yol gösteriyor..Karanlık bir ışık ama ışık işte..)
Huzur değil miydi her birimizin yıllardır arayıp da bir tülü "dışarda" -dışımızda- bulamadığımız??Huzuru nerede ve kimlerde ve nasıl aradığına bir bakmalı insan..Vazgeçmek yok!! Aramaya devam..Karanlıklar aydınlığa gebe.. İçim bu yüzden rahat.. Kendimi görüyorum.. Kalbimi görüyorum pas tutmuş olsa da..Yeterince kirlettik kirletildik.. Temizlik için alış-veriş yapmak gerek..Yıkanması gereken bir yığın bulaşık var..Kolay gelsin..(kirlilerini görüp yıkamaya cesaret edebilenlere..)
11 Nisan 2014 Cuma
isimsiz
Çayınızı nasıl alırsınız?
- Düş manzaralı olsun lütfen
- Çay mı?
- Hayır. Bardağın içindeki…
- Ama ben size çayı nasıl alacağınızı sordum…
- Bir bardak çay getirterek sizi basitleştirmemi mi yoksa bardağın içine bir düş sığdırarak yüceltmemi mi istersiniz?
Bu sözün üstüne gölgeme basmadan uzaklaştı garson masadan. Artık tek başımaydım. Bir bardak dolusu demlenmiş düş gelmeyecekti ama kafası karışmış bir garsonun bardakta düş arayışı masama çaylaşarak gelecekti.
Derken çayım geldi. İnce belli bir İstanbul gecesine doldurmuştu. Belinden zarifçe kavrayıp dudaklarımın şiirin tan vaktindeki şahvetine bıraktım sıcak bardağı.
- Beğendiniz mi efendim
- İnce beli mi?
- Hayır efendim çayı.
- İnce bir belden içilen zehir olsa beğenilir.
Yine gözlerimin içine kendisine tuhaflaşarak baktı garson. Pencereyi açtım. Kent henüz açılmamıştı. İstanbul'un kepenkleri kapalıydı. Anlaşılan işi çıkmıştı dükkan sahibinin. Pencereyi açık bırakıp kepenklere baktım bir süre. Hayli eskimişti. Dükkanın kapısının önünde günlük yağmurlar,sisler ve gün doğumları bırakılmıştı.Kim bilir ne kadar tazedir şuan o yağmayı bekleyen yağmur.
Garsona doğru döndüm sonra:
- Pardon müziğin sesini kısabilir misiniz biraz?
- Efendim müzik çalmıyor ki şuan.
- Dün gece çaldığınız müzik hâlâ yankılanıyor demek. O zaman dünün sesini kısabilir misiniz?
- Efendim dünün olması da mümkün değil. Biz dünleri sabah erkenden paketleyip bayiye bırakıyoruz.
- O zaman yarın çalacağınız müzik beni şimdiden rahatsız etti. Lütfen yarın kısın sesini...
Sonra kapı açıldı. İçeri sapsarı saçlı ve gözlerinde bir peygambere inmesi beklenen vahiyin kutsanmışlığıyla bir bayan girdi. Acaba hangi mitolojik Tanrı'nın ellerinden dökülen bir şiirdi bu bayan? Etekleri denizdendi. Masmaviydi...Teniyse kristallerden yansıyan renklerdendi.Hemen karşı masama oturdu. Kahvesini istedi. Ama fincanda değil. Yakamozun içine doldurmalarını istedi.
Konuşmalıydım bu bayanla. Ve başımı ona doğru çevirip;
- Deniziniz çok güzelmiş hanımefendi
- Kendim diktim. Teşekkür ederim.
- Terzi misiniz acaba?
- Hayır. Ben maviyim.
- Memnun oldum. Ben de sessizlik
- Bir sessizliğe göre fazla konuşkansınız.
- Susmaya değecek birşeyler elbet bulur insan. Ama konuşmaya değecek güzellik her zaman bulunmuyor.
Gülümsediğini gördüm...Mavi gülümsüyordu. Bu gerçekten çok güzeldi. Pencereden yeniden baktım. İstanbul henüz açılmamıştı. Patron hayli gecikmişti. Sonra Mavi hanımın sesini duydum. Masama oturmak istiyormuş. Ve karşıma oturdu.
- Dükkanın açılmasını mı bekliyorsunuz?
- Evet. Ya siz?
- Ben de. Ama geç kaldı. Hiç böyle yapmazdı.
- Gerçekten de öyle. Kaç asırdır buradayım ilk defa böyle yapıyor.
- Hayli uzun bir yoldan gelmeme rağmen erken geldim. Ama patron yok hâlâ.
- Nerden geliyorsunuz?
- Masmavi bir gözden...Ya siz?
- Şuan bu öyküyü okuyan bir bayanın yüreğinden.
- Yolunuz gerçekten uzakmış.
- Evet çok uzak...
Derken garson geldi.
- Kahvenizi nasıl alırsınız beyefendi?
- Bol aşklı olsun lütfen.
- Kahveniz mi?
- Hayır mavi'm...
- Ama kahve mavi olmaz ki...
- O zaman aşk mavi olsun..
Garson sözcüklerime basmadan masadan ayrıldı. Kimbilir aklından neler geçiyordu. Mavi hanımın sesi kıyılarıma vurdu birden:
- Anlaşılan bugün açılmayacak İstanbul
- Sanırım evet.
- İsterseniz bugün istanbul gürültülü ve mavisiz olsun...
- Ben olmayınca İstanbul gürültülü mü olur sanıyorsunuz?
- Olmaz mı?
- Geldiğim yüreğin aşk şarkısından ben sessizliğimi bile duymuyorum. Aslında ben sessizlik değilim. O yüreğin sesindeki aşkım. İstanbul ne zaman sussa. Anlayın ki aşk dile geldi...
- Sustunuz ?
3 Nisan 2014 Perşembe
aşk
aşk
yasak
tutsaksa
sevdaysa birde
kaçsak kurtulsak
tek çare yok sayılacak
yada dünden bir beter hapis
kelepçe pıranga hatta daha ne varsa
her bi bela beni bulacak biliyorum yeminle
şimdi arkanı dönüp gitmenin tam zamanı desen
ben arkamı döndüğüm anda sen benden önce gitsen
kabuslar bana kalsın gerisini hiç merak etmesen
şimdi yola çıkmanın tam zamanı olsa gerek
usluca sıyrılan aya takılsın gözlerin
sendeki bulutlarıda alır rüzgar
ve bir yelken açarsın
unutmadan git
hikayem ol
sonunda
sende
bit
yasak
tutsaksa
sevdaysa birde
kaçsak kurtulsak
tek çare yok sayılacak
yada dünden bir beter hapis
kelepçe pıranga hatta daha ne varsa
her bi bela beni bulacak biliyorum yeminle
şimdi arkanı dönüp gitmenin tam zamanı desen
ben arkamı döndüğüm anda sen benden önce gitsen
kabuslar bana kalsın gerisini hiç merak etmesen
şimdi yola çıkmanın tam zamanı olsa gerek
usluca sıyrılan aya takılsın gözlerin
sendeki bulutlarıda alır rüzgar
ve bir yelken açarsın
unutmadan git
hikayem ol
sonunda
sende
bit
yalnızlık
tırnaklarım uzadığınca
yalnızım
ve
bileylendikçe tırnaklarım
köreliyor yalnızlığım
avuçlarım yağmurlara ortak
istersen bulutları acıtabilirim
gölgeni aydınlattığında
görünmeyen kuytularına saklandığım
bastığım mazgallar karanlığıma ağlıyor
ve hiçbir yol tek başına çekilmiyor
gidişi dört ayaklı olan
ellerimi birbirine bağlıyorum
ve
çözüldükçe dilim
çekilmiyor yalnızlığım
şimdi
gittin ya
ilikledin kareli yalnızlığımın düğmesini
yalnızım
ve
bileylendikçe tırnaklarım
köreliyor yalnızlığım
avuçlarım yağmurlara ortak
istersen bulutları acıtabilirim
gölgeni aydınlattığında
görünmeyen kuytularına saklandığım
bastığım mazgallar karanlığıma ağlıyor
ve hiçbir yol tek başına çekilmiyor
gidişi dört ayaklı olan
ellerimi birbirine bağlıyorum
ve
çözüldükçe dilim
çekilmiyor yalnızlığım
şimdi
gittin ya
ilikledin kareli yalnızlığımın düğmesini
öyküsel
Hani bir kağıdabirşey yazarsın, sonra silersin, yanlış yazmışsındır çünkü..! Silginin tozunu elinle temizlersin gider, ama kağıda dikkatli baktığında yanlış olan yazının izini görürsün...İşte sende benim yüreğime yazılmış olan bir yanlışlıksın, silmeme rağmen izlerini taşıdığım..!
Yalınayak yürüdüm hep sana ulaşmak için..Hissederek herşeyi..Yürürken kirlensede, batan şeyler canımı acıtsada devam et...tim..!
Ben adım attıkça, sen koştun,
Ben durdukça, sen hızlandın..!
Ben vardığımı sanmıştım oysaki, ama yanıldım..! Geri dönmek istedim.. dönemedim..Ayaklarım acıyordu, çok yara vardı kanayan, çizik doluydu en derininden...Tam yolun ortasında kaldım şimdi, beni burdan almanı bekliyorum yorgun halimle... Kimbilir belki elimi tutarsın, yardım edersin geri dönmeme, Belki kucağına alırsın, o yollardan geçmeme izin vermezsin yine..Belki.. ya da neyse boşver..!
Kalbin kapıları vardır ya hani...!
Kimisi bekler birisinin girmesini,
Kimisi almıştır içeri, bırakmaya niyeti yok,
Kimisi de kapılarını kapamış, kilidi de vurmuştur üstüne...
Ben ise, o kapıları sonuna kadar açan birisini buyur ettim içeri, çok geçmeden kapıyı suratıma hızla çarpıp çekip gitti acımasızca..Bende şimdi kapıyorum kapılarımı sessizce… Ama unuttuğum bir şey vardı..O kapının arkasında saklı kalmış acılar ve sen varsın hala..Üstüne kapatıyorum..Hep orda kalacaksın..Hep o kapının arkasında..Hep..!
Kalbin kirlenmişti senin bir kere,
Duyguların masumluğunu yitirmiş,
Bakışların soluk ve anlamsıztı..!
Gülüşlerin yarım ve sahte,
Cümlelerin suskun ve yamalı…!
Sevgime de gölge düşürmeden git hadi..O hak etmedi kirlenmeyi…Tıpkı sendeki ben gibi…!
Yüreğimin küflü duvarları var artık, aşılması imkansız olan…Sahip olamamamın acısını hissediyorum ilk defa, bakışlarımda hüzün saklı, birazcıkta nefret…Birazda sen işte..Yine sen...
ama o...
Kuş dedi:
“Oooh! nasıl da mis koku, nasıl da güneş!
Ah!
Bahar gelmiştir
Ve ben kendi çiftimi bulmaya çıkacağım”
Kuş taraçanın kıyısından uçtu
Bir haber gibi uçtu ve gitti.
Kuş, küçüktü
kuş düşünmüyordu
kuş gazete okumuyordu
kuşun borcu yoktu
insanları tanımıyordu kuş
kuş havada
ve kırmızı tehlike ışıkları üstünde
ve habersizlik yükseklerde uçuşuyordu
ve mavi anları
delice deniyordu
Kuş
ah!
Sadece bir kuştu . .
“Oooh! nasıl da mis koku, nasıl da güneş!
Ah!
Bahar gelmiştir
Ve ben kendi çiftimi bulmaya çıkacağım”
Kuş taraçanın kıyısından uçtu
Bir haber gibi uçtu ve gitti.
Kuş, küçüktü
kuş düşünmüyordu
kuş gazete okumuyordu
kuşun borcu yoktu
insanları tanımıyordu kuş
kuş havada
ve kırmızı tehlike ışıkları üstünde
ve habersizlik yükseklerde uçuşuyordu
ve mavi anları
delice deniyordu
Kuş
ah!
Sadece bir kuştu . .
1 Nisan 2014 Salı
eskici geldi...
Hayata savurduğum sloganlardan biri, “bir varmış bir yokmuş”…
Ellerimi aralayıp, gökyüzüne uçurduğum onlarca balon gibi, sonsuzlukta uçuşuyor yaşanmış masallar..
Her bir renk ayrı bir yanda ve gökyüzü “mavi” tonundan çok uzakta…
Çoğu kez , “varmış” gibi yaşadığımız masallarımızı süslüyoruz, derin kuyulara açılan cümlelerimizle …
bir süre sonra, kuyuda kendi sesimiz yankılandığında anlıyoruz ki; var olan bir tek kendimiz...ve gözlerimiz ne bir sesi ne de bir eli hissetmemeye başladığında ve anlamsızlaştığında her güzel söz birdenbire, gerçek duvar gibi durduğunda önümüzde ve çarptığımızda karanlığın şiddetiyle..işte o an..” yokmuş” aslında diyerek yıkılıyoruz dizlerimizin üzerine..
Balonlar gökyüzünde tek tek patladığı anda, yere düşen balon parçacıkları ,inandıklarının kalanları oluyor aslında..aşk farklı bir gezegenden seyrederken yaşıyorum işte diyenleri ne hissediyor acaba, bu varsayımlarda..
Tamamlanan cümlelerin , anlatamadığı hislerin parçalanmış hali gibi duruyor, yeryüzünün çekimine yenik düşmüş, balon parçacıkları.
Yok..
Bu bir iç konuşma..
Karmaşık cümleler bunlar..
yine hüzün sarar gibi etrafı..
Oysa hüzün de aşk gibi bambaşka bir gezegende yaşıyor küçük prensle..
Dünyaya ya kalansa sadece “bir varmış bir yokmuş” gibi yaşanan balon masallar..
Konu konuyu açar gibi akıyor ard arda düşünceler..”yalan” denilen şeyin çok masum kaldığı nice kalp kırıklıklarıyla yaşanıyor masallar..”seviyorum” demenin yükünü koşullara bağlayarak yaşıyor aşıklar..”aşk” hangi cümlede yitip gidiyor farkına bile varmadan..
Diğer yanda,
Neşe , bütün bu karmaşanın içinde gizli bir ümit olarak duruyor dudakların kenarında, hafif burkularak…
Sevme diyor inanmıyorsan..
Sevme yıkılmaya bu kadar hazırsan..
Neydi sevmek?
Emek di…
Emek neydi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)