19 Şubat 2014 Çarşamba

yorgun



(kimine masal, tozpembe hayâl kimine, kimine tatlı rüyâydı yaşamak. oysa sen, her uykusuna yattığında şehrin, kâbuslar görüyordun; ondandı şu geçimsizliğin)
..
yaşamaktan kolaydı elbet yazmak; gurur emzirmişti ya sana hayat!ı
bir avuç serseriydik, trafiğini arapsaçı ettiğimizde hayatımızın
sonra ağlamak düşürüldü kaderimize ve sonra ayrılıklar
türkü de söylerdik oysa biz, çokça ve yalnız
emebilseydik şâyet apak bir ananın ak göğüslerinden
apak sütler sızardı dudaklarımızdan
irinli sözlere inat!

kısmetimize yazılmamıştı demek ki
elbebek gülbebek büyümek
gülmedik!.
ıı
Bir ceket uydurup üstüne, kapıyı usulca çekip çıktığında o gösterişli konaktan,
uyandırdığın yalnızca geceydi..o gün bugün, bin beter, yalnızlığınla bölüştüğün
dünyanın atlasında keşfettiğinde yerini
henüz onaltıydı yaşın
koparma kararı alıp köklerini
hayatını ölümle birkarar kutuplayıp
kaldıracağı kadar ömür koyup gövdene
kanını kürüyüp kalbine
karıp kendinle kavgalarınla
çıkardığın içsavaşların vardı
hep yenik düştüğün

mükerrer baskı/n/larda çoğaltmıştın ruhunu
bir isyanda yıkılmıştı içine, duvarların
mum gibi bükülüp çelik bildiğin iraden
hallac yayında atılmış yün gibi dağılmıştı
kendine hiç acımadığın için olduydu bunlar

bir gündü ömrün mapusluğu oysa dünyada
aynıydı o /bir gün/ün, ötekiler
bin yıl sürse aynı zindandı zindan
ve bir için vardı zaten, içine büzüştüğün

kirli, yakıcı, hep kendine yolcu an/ı/lardan arta
ertelediğin düşlerin, kirlenmemiş gülüşlerin vardı
avuçlarında duâların; ki tanrı göğüne ermeyen..

kimdin sen, neydin?!
ya şu yatağındaki yalnızlık kim?
ona bakan şu gözler;
bilmeliydin!

bir sürüngen olmalıydın ihtimâl
bir sülük; ki kendi kanını emen
kendi etini dişleyen köpek
kendi içine inen körköstebek
karanlık merdivenlerinden

kiminin gözünde 'özgürlüğüne âşık anarşist'
kimine 'serseri; parasız, pulsuz, çulsuz'
'gölgesiz duvar' kimine
kimine 'simsiyah buz'
kimine yedi 'yirmi dört saat yolunmaya hazır
yirmi dört ayar kaz'
kimine 'kendi boşluğunda çığlıklar içinde dönenen
göğünü yitirmiş albatros'
kimine 'çığlıkları içinde, bir ahraz'

oysa, saçları siyah simsiyah
bir muhayyel leylâ’dan (ç)alıp gece gibi gözlerini
dilinde sayıkladığın hiç çağırılmamış adlarıyla
biricik yalnızlığınla bölüşmeye, geceleri
gözbebeklerine acıyla çizdiğin
o, hiç bilmediğin kadınların, görmediğin yüzleri
ve kalbine gömdüğün ürkek aşkları kıvranırdı
ıv
Yusûf değildin, doğru!
ki uğruna bileğine bıçak düşürsün, her gece bir Züleyhâ
oysa bir tel düşse bir leylâ zülfünden yetim yüzüne
gölgelenmeyecekti elbet Ay
ilk ve son ihânetindi bu
her sefer(in)de soğuk ve ıslak nefesiyle
burun buruna gelip soluksuz öpüştüğün
sevgili(n) ölüme..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder