18 Şubat 2014 Salı
gel bu akşam misafirim ol
“Gel bu akşam misafirim ol. İki şiir atalım. Ben de ayıptır söylemesi klarnetle bir hicaz geçerim. Ah!.. Vapurlar iskeleye yanaşıp kalkar. Bööyle motör sesleri dinleyelim. Balıklar ağlarken bir of ülen offf çekelim.”
İster inan ister inanma… Hiç duraksamadan… Ve takır takır… Bu Sadri Alışık tadında lakırtılar eden bendim. Yooo… Bakma böyle çatır çatır yazdığıma. Misal seninle karşı karşıya gelsek var ya… İki lafı bir hizaya getiremeyeceğim gibi, mahcubiyetimden ya dilim tutulur ya da kekeleyebilirim. Öyle heyecanlı ve utangaç bir bünyeye sahibim.
İyi ama ne diyordum ben Allahaşkına? Mühimi kiminle muhabbet ediyori kimi ikna etmeye debeleniyordum. Ortada sebebini bilmediğim bir matem havası vardı. Ben ise hüzünlü ama sakin görünüyordum. İyi de neler oluyordu? Vaziyetime anlam veremiyordum. Buraya üç soru yazdım ama… Ohooo… Kendimi onlarca gerekli gereksiz sorularla fiştekliyordum. Hayır, eğer bir Türk filmi çekimi varsa, kamera niye hep benim gudubet suratımı zumlamaktaydı ki? Arada ucunu döndüreydi ya etrafa… Kiminle konuştuğumu fena halde merak etmekteydim. Hey!.. Elbette ya… Demek ki sonuna gelmiştik. Az sonra filmin esrarengiz jönü görünecekti belki. Ne bileyim? Sanırım bu sürpriz dolu final bozulsun istemedim. Zihnimin içinde ters takla atan soruları bir hışımla susturuverdim. Akabinde içime hicranlı bir bakış sarkıtıverdim.
Yüzlerce film seyretmiştim. Hayat bir sahne demezler miydi? Demeki şimdi sıra bendeydi. Belki kendi kendime oynadığım oyunlardan birini sahnelemekteydim. Hal böyleyken, elbette bazı filmlerde gördüğüm, o cafcaflı kıptiyoz dümbeleklerin koftiden rol kesmeleri gibi hareket etmeyecektim. Madem matem vardı ortalıkta. Şakkadanak yerli yerine oturacak, en bi kral kasımpatı demeti tadında sinema repliklerinden söyleyecektim. İnanamıyordum kendime. Hatırlamıştım işte.
“Madem ki hepimiz günün birinde çekip gideceğiz. O halde bunca matem, bunca kahır niçin? Hayat demek ölümü beklemek demektir. Az çok hepimiz denizi, yıldızları, ağaçları, işte falanları filanları göreceğiz. Bir çok şeyin tadına bakacağız. Sonra da ister istemez “gidiyorum elveda” şarkısını söyleyeceğiz. Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun.” Deyiverdim.
Kamera halen benim suratımı zumlamaktaydı. Sanırım içimdeki diğer ben, lakırtılarımdan hoşlanmadı. Beni küçümser gibi bir bakış attı. Zoruma mı gitti ne? Şah damarımın tıkır tıkır attığını hissettim. Gene de ortalık iyice duman olmasın diye tebessüm etmeyi ihmal etmedim. Aklıma gelen ilk film repliğini, samimiyetle söyledim:
“Sen bakma fotoğrafımıza, içimize bak. Bizde yalan yok.” Dedim.
Gözlerimi açtım. Televizyonun karşısındaki koltukta, ana rahmindeki bebek gibi yatmaktaydım. Alt yazı geçiyordu. “Müslüm Gürses vefat etti. Ailesinin, dostlarının, tüm sevenlerinin, Türkiye’nin, hepimizin başı sağolsun.” diye yazıyordu. Doğrulup oturdum. Ruhuna rahmet gönderdim. Bilgisayardan en sevdiğim şarkılardan birini buldum. Dinleme başladım. Vapurlar iskeleye yanaşıp kalktı. Motor sesleri kulağımda çınladı. Balıkların ağlamalarını işittim. Gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun dedim. Müslüm Gürses’e eşlik ederek, usul usul şarkı söyledim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder